“Gerçekler Acıdır, Biber de Acıdır, Öyleyse Gerçek Biberdir…”
Yıllardır bir eğitim meselemiz var ve bir türlü de sonuçları açısından kimseyi memnun edemiyor.
Yetiştirdiğimiz bilim adamlarının bilime olan katkılarından çok sınavlarda alınan sonuçlara odaklıyız. Kaç kişi tam puan aldı? Kaç kişi iyi olarak adlandırılan okullara yerleşti? Rakamlar ne kadar yüksek olursa başarıyı da o kadar yüksek görüyoruz.
Rakamlar gerçekleri yansıtıyor ama gerçekler rakamlardan çok uzaktalar.
Zamanın birinde bir vezir hayvanların dahi eğitimle davranış kazanabileceği iddiasıyla kedileri eğitmiş. Kralın sofrasına hizmet eder duruma getirmiş. Tabi işin sonuçlarını görmek için bir yemek verilmiş. Yemekte kediler hizmet etmeye başlamış. İşin karakter boyutuna inmediğini bilen bilge başka bir vezir ise ortaya birkaç fare salıvermiş. Tahmin ettiğiniz gibi hizmet bir faciayla sona ermiş.
Tamam bu bir hikaye diyeceksiniz. Peki yaşanmış bir başarıyı (!) anlatayım:
Bir kepçe operatörü işinde en iyi olduğunu kanıtlamak amacıyla Kepçenin ucuna taktırdığı bir çatal ile bir tabağın içinde yer alan patates kızartmasını tabağa en küçük bir zarar bile vermeden çatal ile almayı başarmış. Çok büyük bir başarı!
Yine geçmişe dönelim:
Usta bir terzi işinin erbabı olduğunu kanıtlamak üzere padişahın huzuruna çıkar. Beş metre, yok yok on metre uzağa bir dikiş iğnesi yerleştirilir. Terzi elindeki dikiş ipliğini on metre uzaktan atarak dikiş iğnesinin deliğinden geçirir.
Bu büyük başarıyı padişah elbette ödüllendirir ama bir farkla;
“Terziye bir kese altın verin, üstünede kırk sopa vurun.”
Diye emreder.
“Aman efendim, altını anladık ama sopa nereden çıktı?”
Diye sorunca padişah eğitimde geldiğimiz soruna da çözüm noktasında yol gösteren şu cevabı verir:
“Başarın için bir kese altın, lüzumsuz bir işe yıllarını verdiğin için de kırk sopa…”
Sistemimiz notları yüksek öğrenciler yetiştiriyor ama karakterler düşüyor. Sınavlarda başarılarımız var ama insanlıktan sınıfta kalmak üzereyiz.
Müthiş derecede hayvansever, merhametli bir nesil geliyor ama huzur evlerinde büyüklerimiz yer bulamaz duruma geldiler. Evlere hayvanları sığdıran nesil kendi anne ve babasını evinde istemez duruma geliyorlar.
Hayatlar bir dakikayı geçmeyen kısa bideolar haline dönüşüyor. Gençler bir müzik eserini bile sonuna kadar dinlemeye tahammül edemiyorlar.
Bilim ucuzladı, oyun üretmekten çok oynamayı başarı sanıyoruz.
Bestelerin bile beste olmadığı sanatsal bir çöküntü yaşıyoruz.
Kökten değişiklik yapan tedavilerle karakter ve kültür eğitimine bir an önce dönmemiz gerekiyor.
Anne yetiş!
Çocuklarımız türkülerini kaybediyor…
Mesut Hekimhan
Eğitimci Yazar
mesuthan@gmail.com